Ankara, Nisan 2025’te bireysel ve toplumsal belleği sanatla buluşturan dört sergiye ev sahipliği yapıyor; geçmişle gelecek arasındaki görünmez bağlar bu sergilerde görünür hâle geliyor.
Nisan ayı, Ankara’nın sanat takvimine belleğin, zamanın ve görsel anlatının derin izlerini taşıyan dört etkileyici sergiyle damgasını vuruyor. Bireysel hafızadan kolektif belleğe, çocukluk anılarından kentsel mitolojilere, melankoliden toplumsal unutuşa uzanan bu sergiler, izleyicileri duygusal, düşünsel ve estetik bir yolculuğa davet ediyor. Her biri, geçmişle bugünü buluşturan narin köprülerde sanatın dönüştürücü etkisini gözler önüne seriyor.
İlk durak, 14 Nisan’da kapılarını açacak olan “Zamanın Kanatları” başlıklı illüstrasyon sergisi. Zülfü Livaneli Kültür Merkezi Mutluluk Sergi Salonu’nda 30 Nisan’a dek görülebilecek bu sergi, sanatçının çocukluk anılarını, doğa ile kurduğu ilişkiyi, kitapların, oyunların ve karşılaşmaların içsel dünyasında biriktirdiği imgelerle yansıtıyor. Göçmen kuşların döngüsüne benzeyen bu görsel hafıza, zamanla kurulan duygusal bağları ve çocukların dünyasındaki gizli ayrıntıları görünür kılmaya çalışıyor. Geçmişin huzuru ile bugünün iklim krizinin yarattığı baskıyı aynı anda hissettiren bu sergi, izleyiciyi umut dolu bir hafıza yolculuğuna davet ediyor.
11 Nisan’da ise Fikret Otyam Sanat Merkezi’nde iki farklı sergi birden sanatseverlerle buluşuyor. Havva Altun’un altıncı kişisel sergisi olan “Bir Gözyaşı Entelektüel Bir Şeydir”, adını William Blake’in The Grey Monk şiirinden alıyor. Tamamı siyah beyaz sulu boya eserlerden oluşan bu sergide, sanat tarihinden Cranach, Rembrandt, Rubens ve Georges de La Tour gibi ustaların imgeleri, Altun’un kişisel yorumlarıyla yeniden yankılanıyor. Sanatçının ifadesiyle bu sergi, “melankolinin tüm anlamlarının ve hayat bilgeliğinin acıyla olan ilişkilerinin bir dizeye dönüşmüş hali.”
Aynı mekânda yer alan bir diğer sergi ise Tansel Çeber’in “Şimdinin İzinde” başlıklı çalışması. Toplumsal hafızanın silinmiş ya da bastırılmış izlerini görselleştiren bu sergi, izleyiciyi unutmanın doğasına ve kolektif amneziye dair düşünmeye çağırıyor. Ekranlardan akan haberlerin, hızla kaybolan travmaların ve tutulamayan yasların izini süren Çeber, kaybolmuş anıları yeniden hatırlatma çabasıyla görsel ve fiziksel bir deneyim alanı sunuyor. Hafızanın bozulabilir doğusuna işaret eden bu çalışma, geçmişle şimdi arasındaki mesafeyi bedensel bir yansımayla izleyiciye aktarıyor.
Bir diğer anlamlı durak ise Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi Andrey Karlov Sergi Salonu. 8 Nisan’da açılan ve 16 Nisan’a kadar ziyaret edilebilecek olan “Ankara’nın Ruhları” sergisi, sanatçının Cumhuriyet’e olan minnetinin bir yansıması. Sulu boya tekniğinin ışık ve şeffaflıkla kurduğu incelikli ilişki, bu kez Ankara’nın çok katmanlı tarihine yöneliyor. Hititlerden Friglere, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bu sergi, başkentin kültürel mirasını bir hafıza mekânı olarak yorumluyor. Yedi yıllık emeğin ürünü olan bu eserler, geçmişin izlerini takip ederken geleceğe dair umut ve aydınlık bir perspektif sunuyor.
Ankara’da bu ay açılan dört farklı sergi, zamanın ruhuna dair çok katmanlı bir anlatı sunarken, sanatın unutuşa karşı bir direnç alanı oluşturduğunu da hatırlatıyor. Hafızanın görsel yansımalarıyla örülen bu anlatılar, izleyiciyi yalnızca bakmaya değil; düşünmeye, hatırlamaya ve yeniden hissetmeye çağırıyor.